16 Eylül 2014 Salı

Bağımsız Film Yapımcılığı Üzerine...

BAĞIMSIZ FİLM YAPIMCILIĞI ÜZERİNE..


Türkiye'de film yapmak oldukça zor bir iş. Özel sektörde farklı iş kollarında çalışmış bir kişi olarak en çok zorlandığım alanın sinema olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Son 3 yıldır sinema alanında düzenlenen atölyeler, kurslar, içerik değiştirmiş festival organizasyonları, Beykent gibi bazı üniversitelerde sinema dalında kaliteli mastır ve doktora programları, uluslararası festivallerde sağlanan başarılar ve başarının arkasındaki çalışmayı öğrenebilme olanağı, internet kanalıyla bilgiye de daha rahat ulaşılabilmesi kafamızdaki soruların yanıtlanmasını sağlayabiliyor.

2010 yılında İFAKAT Belgeselini ve 2013 yılında ÖYLE SEVDİM Kİ SENİ isimli uzun metrajlı filmi yaptıktan sonra sektörü ve sorunları daha da iyi anladım. Karşılaştığım sorunları madde madde sizlerle paylaşıyorum:

Dünya çapında senarist sayısı çok az.
Yaratıcılık her alanda zayıf.
Güvenilirlik çok az. Notere tasdik de ettirseniz senaryonuzdan esinlenilip, siz film yapıncaya kadar parayı bulan hemen filmi yapıveriyor.
Kültür Bakanlığı dışında film yapımcısına finansman sağlayacak bir vakıf, kuruluş yok. Festivallerde ödül olarak verilen paranın da borç kapatmaya yaradığı kanaatindeyim.
İş adamı filme değil, resme,heykele para yatırıyor. Tabii Cem Yılmaz,Yılmaz Erdoğan,Şahan Gökbakar iseniz o zaman sponsor desteği var.
Yurt dışındaki fonlara resmi yoldan ne kadar müracaat ederseniz edin, eğer tanıdığınız biri yoksa işiniz zor. Dünya çapında bir senaryonuz varsa kabul edilebilirsiniz. İşte Seyap, son 1 yıldır Zeynep Atakan başkanlığında dünya festivallerinin direktörlerini ayağımıza getiriyor ve kendimizi tanıtabiliyoruz.
Ulusal ve uluslararası film festival jürileri aşağı yukarı hep aynı kişilerden oluşuyor ve sübjektif kararlar söz konusu olabiliyor. Tabii burada Berlin, Cannes farklı kategoride. Tartışmıyoruz bile.
Eğer sosyal değilseniz, içki içmeyi sevmiyorsanız, hele gürültülü müzikte parti ortamlarını hiç sevmiyorsanız festivallerde farklı ülkelerden sinema sektöründen insanlarla tanışmanız mümkün değil.
Yabancı dil yoksa işiniz daha da zor.
Kıskançlık sektörde had safhada. Yeni yapımcı hele kadın yapımcı hiç istenmiyor. Ön yargıyı her aşamada hissediyorsunuz. Sadece erkekler değil, kadınlar da diğer kadınlara ön yargılı.
Dağıtımcılar tekel. Eğer tanıdığınız yoksa işiniz zor. Filmini bir sinemada oynatamamış nice yapımcı,yönetmen var.
Dağıtımcıların ve sinema salonu sahiplerinin film yapma işine girmesi işi daha da zorlaştırdı. Kendi ortak oldukları filmleri en çok seyirci çekebilecek tarihlerde vizyona sokuyorlar.
Dağıtımcıda çalışan bir yönetici filminizden hoşlanmadı ise vizyona girebilmeniz mümkün değil.
Uluslararası festivallere aslında film yapımcılığına danışmanlık kurumsal düzeyde değil. Yapımlab bu anlamda bayağı yol katetti.
Başarılı olan film yönetmenlerinin workshop, söyleşi ve benzeri etkinlikleri az. İçlerine kapalı bir hayat yaşıyorlar. Genç nesil faydalanamıyor.


Sanırım yeterince sizi aydınlattım. Bir bildiri için çalışıyorum. Bitince burada sizlerle paylaşacağım.





4 Şubat 2014 Salı

Asi kuş düşündürüyor

31.01.2014



İzzet Çapa'nın Ali Poyrazoğlu ile hayatına dair röportajını ve Asi Kuş oyunu ile ilgili yorumlarını okumuştum. Yeşilköy'de oturuyorum bu sebeple bize en yakın tiyatro olan Bakırköy Yunus Emre Tiyatrosu'nun programına internetten göz gezdirirken,  29 Ocak Çarşamba günü Asi Kuş oyununun sahnelendiğini gördüm. Hemen gittim ve biletleri satın aldım.
Bu oyunu en az 3 kez daha seyretmek ve yakınlarımla da paylaşmak niyetindeyim. Bir oyun insanın hayatını bu kadar mı sorgulatır, insanı bu kadar mı duygulandırır, hüzünlendirir ve aynı zamanda düşündürüp, güldürür? Evet, bu oyunda hepsi var. Ben tamamen kendi bakış açımdan en etkilendiğim anlarımı sizinle paylaşmak istiyorum.
Poyrazoğlu, önce Carmen operasını bize sahnedeki perdeden izletti, sonra da sahneye çıktı. Bir devrim niteliğine sahip olan Carmen operası, Georges Bizet tarafından, operanın halktan insanları da yansıtması gerektiğini düşünülerek 1874'de tamamlanmış, temsili ise 1875'de gerçekleşebilmiş, ancak başkarakterin halktan biri olması sebebiyle aristokrasiden çok ağır eleştiriler alıp, protesto edilmiş ve Bizet, üzüntüden rahatsızlanarak 35 yaşında vefat etmiş. Fakat sonra halk bu eseri sahiplenmiş ve eser dünyaya mal olmuş.
Bu operayı yıllar önce öğrenciyken Atatürk Kültür Merkezi'nde izlemiş fakat nedense yaratıcısı Bizet'in çıkış yolunu, düşüncelerini öğrenme gereği hissetmemiştim. Ali Poyrazoğlu bizimle bu eserin yaratıcısını ve yaratılış hikayesini paylaşarak daha sorgulayıcı olmamız ve eserlerin arkasındaki hikayeleri de öğrenmemiz gerektiğini vurgulamış oldu.
Şirketlere ve insan kaynakları bölümlerine yaratıcılık ve farklı yönlerimizi ortaya çıkarmakla ilgili danışmanlık yapan Poyrazoğlu, hangi mesleği yaparsak yapalım farklı yeteneklerimizi de geliştirirsek yaratıcı düşünmenin kapısını aralayabileceğimizi paylaştı bizimle. Her sanatçının içinde bir iş adamı, her iş adamının içinde de bir sanatçı olduğunu vurguladı. Doktorunun Türk musikisi uzmanı olduğunu anlattı. Medici etkisinden bahsetti. Osmanlı İmparatorluğu'nu 600 yıl finanse eden Medici Ailesi'nin hızla değişen çağa ayak uydurmak için çeşitli mesleklerden insanları  bir araya getirerek Rönesans'ın kapılarını açtığını anlattı. Okumanın, bilgilenmenin önemini vurguladı, paranın gelip geçici olduğunu kendi hayatından örnekler vererek anlattı. Bodrum'daki zeytin ağacını nasıl özenle büyüttüğünü ve onun gölgesinde kitap okumanın paha biçilemez oluşunu bizimle paylaştı.
Aşkın, tendeki kıvılcımlarla başladığını ve zamanla bu kıvılcımların sönüp, iki insanın teninin birbirine yabancılaşmasıyla aşkın da bittiğini anlattı Poyrazoğlu. Aşkın beyinde sebep olduğu “kıvılcım”ın fotoğrafını çekmeyi başaran Avusturalyalı bilim kadınından ve araştırmacının bu proje sayesinde Nobel Tıp Ödülü'nü aldığına da değindi.
Birbirine aşık insanların tenlerinin soğumaması ve birbirlerine tekrar ısınmaları için bu kişilerin duygularını, yaşadıklarını, üzüntülerini hiçbir kompleks duymadan, egolarını bırakarak sevdiklerine anlatması gerektiğini de söyledi sanatçı.
Zeki Müren’i,Sezen Aksu’yu,Müjdat Gezen’i çok güzel anekdotlarla seyirciye aktardı.
Oyunu bitirirken verdiği mesaj insanın içine işliyordu: Asi ruhunu, fikirlerini özgür bırak, her türlü baskıya rağmen. Tıpkı kafesinden kaçan bir kuş gibi, asi bir kuş…
Teşekkür ederim Sayın Ali Poyrazoğlu. Beni aydınlattınız. Tam da kendimi sıfırlayıp, başka işlere yönelip yönelmeme konusunda yalpaladığım bir dönemde.
Her türlü hakkı saklıdır.
ASİ KUŞ Oyunu ile ilgili Gözlem Gazetsi'nde ayzdığım yazı